13 Şubat 2018 Salı


1970-1980 YILLARI ARASI TÜRKİYE MİMARLIĞI


1970-1980 dönemi Türk mimarlığının ele alındığı bu çalışmada öncelikle mimarlığın nasıl bir ortamda geliştiği, daha sonra ise bu dönemde ortaya çıkan mimarlık ürünleri ve eğilimlerinin neler olduğu açıklanmıştır. 1980’li yıllara kadar süren gelişmeler ve batı etkileşimi, ardından bu etkileşimlerin çoğulcu bir anlayış etrafında toplanması da bu yazının ele aldığı hususlardandır.


70’ler Türkiye’si


Türkiye’de 1960’lı yılların ortaları ve sonlarında kitle iletişim araçlarında demokrasi, toplumculuk, milliyetçilik üzerine tartışmalar vardı. 1961 anayasası ile ifade ve örgütlenme özgürlüğü artmıştı. Yeni yasalar, meslek kuruluşları, işçi sendikaları güçlenmişti. Daha önceleri sansüre uğrayan düşünce ve ideolojik söylemler edebiyat ve sanat alanında ifade edilebilir olmuştu. 70’lerin sonundaki petrol krizi ve anarşinin ortaya çıkmasını etkileyen bu söylemler ile hükümet başa çıkamayınca, süreç net bir şekilde 1980 darbesiyle son bulmuştur. Bu süreçte oldukça sarsılan ekonominin birçok alandaki faaliyetlerde etkisini görmek mümkündür.[1]


Yapı sektörü de bu ekonomik bunalım halinden etkilenen sektörler arasındaydı. 1970’li yıllarda Türkiye’de mimarlık ve yapı kültürü konusunda önemli bir kırılma yaşanmadı. Bu yıllar 1950’li ve 1960’lı yıllarda başlayan sorunların, farklılaşmaların, arayışların sürdüğü dönemlerdi.[2]


70’ler Türkiye’sinde Batı Etkisi


Bu dönemlerde Türkiye’nin Batı dünyası iletişim içerisinde olmasıyla, ülkenin mimarlık ortamı, diğer ülkelerde uygulanan, dönemin mevcut eğilimlerine karşı korunmasız hale gelmiştir. Bu etkileşim genelde tutarlı bir ideolojik bütünlükten ziyade biçimsel olarak uygulanmıştır. Bu kapsamda Wright’ın organik yaklaşımı ve organımsı mimari gibi eğilimler, onları destekleyenler tarafından o dönemin dergileri sayesinde yayılarak benimsenmiş ve bu dönemlerde, Türkiye’deki mimarlık uygulamaları dünyadaki modern ve post modern akımlardan etkilenmiştir.

Türkiye, 1960’lardan itibaren birçok gelişmeye sahne olmuştur. Siyasi, ekonomik ve toplumsal anlamda yaşanan bu gelişmelerin mimariye de yansıması oldukça kuvvetli olmuştur. Örneğin, sanayi ve ticaretin gelişmesi dahilinde ortaya çıkan kentleşme olgusu; Batı’yla gelişen çok yönlü ilişkiler sonucu çoğulcu bir dünya görüşü ve onun getirdiği yeni kavramlar daha önce bu denli gündemde olmayan gelişmelerdir. Bu kapsamda, 1960 askeri müdahalesiyle birlikte birçok değişimin yaşandığı bu dönem siyasal ve kurumsal gelişmelerin, mimarların toplum içerisinde değişen rolünün, mimarlık eğitimindeki gelişmelerin ve ekonomik, sektörel değişikliklerin mevcut olduğu bir dönemdir.
Uygulamanın, giderek devletten özel sektöre geçişini simgeleyen holding binaları, gelişen endüstri faaliyetlerinin bir sonucu olan endüstri yapıları, yine sanayileşme ve artan nüfusla birlikte ortaya çıkan kentleşme ve konut sorununun çözümüne yönelik kentsel ölçekli çalışmalar, iç turizmin canlanması sonucu etkinlik alanına dönüşen tatil köyleri ve yazlıklar bu dönemde öne çıkan yapı türleridir.

Bu yapıların uygulanmasında etkili olan mimari düşünce ve eğilimler; giderek etkisi azalan Rasyonalist-Pürist anlayış, Uluslararası üslup, prizmanın parçalanması, küçük ve çok parçalı yaklaşım, dik açıdan sapma, Yeni Anıtsallık ve Sembolizm, tarihî bir esas arayışı (Yeni Bölgeselcilik) şeklinde değerlendirilir. Aynı dönemde mimarimizde Organımsı yaklaşımlarla Avrupa’daki uygulamalarla eş zamanlı olarak gerçekleştirilen Brütalizm de mevcuttur. [3]


ÜSLUP DENEMELERİ


1. Organımsı Mimari / Organhaft


1960’lara kadar, dik açıyı hiç zorlamayan mimarlarımız, Organımsı Mimarlık ve en güçlü temsilcisi Oscar Niemeyer olan Brezilya mimarlığının da etkisiyle hızlı denebilecek bir tempoyla yeni denemelere girişmişlerdir. Bu eğilim, katı geometri ve prizmatik kutu klişelerini yıkan, kütlelerin biçimlenişinde organik bir estetik kavramına dayalı bağımsız biçim denemelerine imkan tanımıştır. Ülkemizde, dik açıyı yadsıyan ilk önemli girişim, Wright’ın 60 ve 30 derecelere dayanan tasarım anlayışına hakim, plan ve kütlede parçalanmalarla plastik bir ifadeye kavuşan Sheraton Oteli (AHE Mimarlık, 1974) olmuştur. Bundan sonra Organımsı Mimarlığı yansıtan yapılar arasında Büyük Ankara Oteli (M. Saugey-Y. Okan, 1960), Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi (Y. Sanlı-Y. Tuncer-G. Acar, 1962), Dumlupınar Anıtı (L. Aksüt-Y. Marulyalı, 1963), Ankara MSB Tandoğan Öğrenci Yurdu (Ş. Vanlı-E. Gömleksizoğlu, 1967), ODTÜ Üçlü Amfi Binası (A.-B. Çinici), İstanbul Üniversitesi Merkez Kitaplığı (S.&Ş. Hadi-H. Başçetinçelik) sayılabilir.[4]


2. Eklemlenmiş Küçük Bloklar / Çok Parçalılık


Çok parçalı tutum, basit geometrilerin düzenli bir şekilde bir araya getirilmesinden oluşur. Bu üslup, biçim zenginliği ve açıkça ifade edilen bloklarıyla plastik kazanımlara açıktır. Programı alçak yapılarla çözmek amacıyla araziye yaymak, koridorlar yerine büyüklü küçüklü iç ve dış avlular yapmak zamanla Türk mimarlarının yöneldikleri uygulama biçimi haline gelmiştir. Prizma geometrisini koruyarak bir yandan rasyonalist kalırken bir yandan serbest biçimlere izin veren bu eğilim, Organımsı yaklaşımların aksine yaygın bir kabul ve kullanım kazanmış, 1960’larda oldukça benimsenmiştir. Belli şemalar oluşturulmuş ve üniversite, bakanlık, hastane, müze gibi farklı işlevli yapılarda kullanılmıştır: İstanbul Manifaturacılar Çarşısı (D. Tekeli-S. Sisa-M. Hepgüler, 1959), ODTÜ Mimarlık Fakültesi (A.-B. Çinici, 1962), Ankara Milli Eğitim Bakanlığı (Y. Sanlı-Y. Tuncer-V. Özsan, 1962), Ankara Devlet Karayolları Genel Müdürlüğü (Aktan Okan-Fikret Cankut, 1963) ve Misafirhanesi (Oral Vural, 1972), Antalya Bölge Müzesi (D. Tekeli-S. Sisa, 1964), TMO Genel Müdürlüğü (Cengiz Bektaş-O. Vural, 1967) . Küçük ve çok parçalı tutum giderek zamanın bir modası haline gelmiş ve ülkenin hemen her bölgesinde ve her tür binada uygulanan bir yönteme dönüşmüştür.


3. Brütalist Eğilimler/ Brütalizm


Brütalizm, Türkiye’de 1960 sonrasında yaygınlaşmıştır. Brütalist yaklaşım Türkiye’ye; Louis Kahn, Paul Rudolph ya da Kenzo Tange, Kunio Maekawa gibi Japon mimarların etkisiyle ulaşmıştır. Biçimlerin oluşturulurken işlenmemiş malzemelerin kullanımı, işlevsel mekan ve elemanların hacimsel olarak vurgulanması ve daha önceden düşünülmüş biçimsel çözümlerin reddedilmesi gibi Brütalist özellikler benimsenmiştir. Brütalizm, Türkiye’de hala adaptasyon sürecinde olan çok parçalı plan tipolojisini tamamlayarak ve geliştirerek kısa sürede popüler bir eğilim haline gelmiş ve kendine yer edinmiştir. Gelişmiş ülkeler ile, Türkiye’de uygulanması neredeyse eşzamanlı olan Brütalizm’in ilk örneklerinden biri olan ODTÜ Mimarlık Fakültesi çıplak beton kullanımının ilk örneklerindendir. Bu yapı, kısa sürede daha başarılı tasarımlarla aşılmıştır: İstanbul Harbiye Orduevi (M. Hepgüler, 1967), Ankara Stad Oteli (D. Tekeli-S. Sisa-M. Hepgüler, 1962), KTÜ Spor Salonu (Erkut Şahinbaş), Ankara Anadolu Kulübü (Ertur Yener-Erdoğan Elmas-Zafer Gülçur, 1962), İstanbul Reklam Binası (Günay Çilingiroğlu-Muhlis Tunca, 1969), İstanbul Tercüman Gazetesi Binası (G. Çilingiroğlu-M. Tunca, ) sayılabilir. Sonuçta, ana belirtisi çoğunlukla çıplak beton kullanımı olan Brütalist yapılar, kentlerimizin belirgin öğeleri olmuşlardır. [5]


4. Yeni Anıtsallık Ve Sembolizm 



Anıtsallık ve sembolizm, düşeyde veya yatayda bütünlüğe sahip blokları aracılığıyla Türk mimarlığındaki yerini almıştır. Çok katlı veya geniş olsun, bu yapılar biçimlerinin birliği nedeniyle tekil bir ifadeye ve sembolik göndermeler içeren bir anıtsallığa sahiptir. Ankara İş Bankası Genel Müdürlüğü (A. Böke-Yılmaz Sargın, 1975), Karayolları 17. Bölge Müdürlüğü (Mehmet Konuralp-Salih Sağlamer-Engin Ayşakar-Ahmet Yücel, 1973), İstanbul Odakule Binası (Kaya Tecimen-Ali Kemal Taner), Türk Dil Kurumu (C. Bektaş), Adapazarı Lassa Lastik Fabrikası (D. Tekeli-S. Sisa, 1977), İstanbul Atatürk Kültür Merkezi (H. Tabanlıoğlu) gibi yapılar anıtsallığın yanı sıra ekspresyonist bir tavır da sergiler. Bu uygulamaların çoğunun oldukça gelişmiş teknolojiler ve detaylarda kusursuzluk gerektirmesi, ulusal ekonominin ve yapı endüstrisinin çok gelişmiş aşamalarında ortaya çıkabilmesine neden olmuştur. Genellikle büyük ticari işletmelerin finanse ettiği bu prestij sahibi yapılarda, çoğu zaman pahalı yapı malzemeleri kullanılmıştır.


5. Yeni Bölgeselcilik


1960’lar, diğer Avrupa kökenli denemelerin yanında, ülke koşullarına uygun mimarlığın da yeniden gündeme geldiği yıllardır. Yeni bir düşünce sisteminin oluştuğu ortamda, bize özgü bir mimarlığın biçimsel araştırmaları belirmeye başlamıştır. Bu eğilim, mevcut çevrenin ölçek, doku ve rengine dikkat etmeksizin, kentsel mimari mirasın hızlı bir şekilde yok edilmesine sebep olan yenilikçiliğe karşı bir tepki olarak ifadesini bulmuştur. Ölçek ve kent anlayışına ilişkin anlayış, tarihselliğe yakın durmaktadır. Tarih, son dönemlerde kuramsal mimarlık tartışmalarının etrafında gezindiği sabit bir aks halini almıştır. Tarihin yorumlanması üzerine bir tartışma henüz erken 1960’larda ‘Yeni Bölgeselcilik’ adı altında yapılmaya başlanmıştır. ‘Bölgeselcilik’ kavramı, daha çok tarih ve geleneğe ilişkin yönler üzerine odaklanan tarihi, bölgesel, ekonomik ve ulusal gerçeklerin bir sentezi olarak tanımlanmıştır.

Geleneğin önemli isimlerinden biri olan Sedad Hakkı Eldem’in 1960’lı yılların ardından yeni bir atılım yaptığını söylemek yanlış olmaz. Özellikle, ayrıntı ve motiflerde geçmişle ilişkisini tümüyle koparmış, daha arınmış ve gelenekselin özüne inen bir tutum geliştirmeye yönelmiştir. Bu kapsamdaki çalışmaları arasında: Zeyrek SSK Binası (1962) ve İstanbul Atatürk Kitaplığı (1973) seçkin örneklerdir. Eldem, Ankara Hindistan Elçilik Evi (1965), Sirer Yalısı (Yeniköy, 1966), Kıraç Yalısı (Vaniköy), Uşaklıgil Köşkü (Emirgan) vb. eserlerinde geleneksel Türk mimarlığı değerlerini Modern Mimarlık sözlüğü ile çok başarılı şekilde yorumlamıştır. [6]

Gelenekselin yeniden değerlendirilmesi açısından önemli olan bir diğer isim ise Turgut Cansever’dir. Cansever’in felsefi yorumunda, yalnızca soyut biçim ele alınmaz, aynı zamanda mekan ve onun varoluşsal anlamları da tartışılır. Ortaya çıkan biçimsel oluşum özgün olduğundan, bu referansların bütünlüğü veya çeşitliliği birinci dereceden öneme sahip değildir. Türk Tarih Kurumu türünün ilk ve en başarılı örneklerinden birisidir. Bu yapı hem geleneksel tasarımın içe dönüklük özelliğini, hem de çevresine uyumun, malzeme ve biçimlenmenin başarılı bir çözümünü ortaya koymuştur.

Bölgeselcilik’te en olumlu yaklaşım, biçimsel elemanları oldukları gibi benimsemektir. Akdeniz ve Ege sahillerinde inşa edilen büyük tatil köylerinin ve yazlık konutların çoğunda bunu görmek mümkündür. Yörenin geleneksel mimarlık sözlüğünden alınan kemer, baca, pencere ve kapı normları vb. yerel biçimlerin kendi otantik bağlamları dışında biçimsel ve strüktürel değişikliklerle kullanımı söz konusudur. Bu kapsamda örnek olarak: Aktur Tatil Köyleri, Datça ve Bodrum (EPA Grup, ) ya da ODTÜ Kampüsü Lojmanları (A.-B. Çinici, 1968) ve Çorum Binevler Sitesi (A.-B. Çinici, 1971) sayılabilir (Kortan 1998: 108; Batur 2005: 74). Diğer başarılı Bölgeselcilik örnekleri arasında Hacettepe Üniversitesi Kafeteryası (E. Boran, 1968), İstanbul Askeri Müzesi (Nezih Eldem, ), TBMM Halkla İlişkiler Binası (A.- B. Çinici, ), İstanbul Akbank Genel Müdürlüğü (S. H. Eldem, 1967) ve Ankara Türk Dil Kurumu (C. Bektaş, ) gibi yapılar sayılabilir.

1960-1980 yılları arası Türkiye genelindeki mimari uygulamalarda gözlemlenen gelişimleri ‘çoğulculuk’ şeklinde nitelendirilebiliriz. Çoğulcu anlayış ile artık belli üsluplar yerine, birçok üslubun bir arada kullanılması söz konusudur. 1960 sonrası ortam, Türkiye’deki, mimarları yeni arayışlara yöneltmiştir. Bu arayışlardan biri de, Post-Modernizm’dir.


Türkiye’de Post-Modernizm


Rasyonel, fonksiyonel anlayıştaki Uluslararası üslup, 1970’li yıllarda Türkiye gerçeği çerçevesinde yeniden ele alınmış ve ülke teknolojisinin olanaklarına uyarlanmıştır. Düz çatıların akıyor diye eğimli çatılara dönüştürülmesi, enerji tasarrufunun pencerelerin küçülmesine neden olması, ekonominin ucuz malzeme seçimini gerektirmesi ve böylece bir Bayındırlık Mimarisi’nin ortaya çıkması söz konusu olmuştur. 1970’lerde Türk mimarlar arasında sosyal konulara olan ilgi artmış ve Uluslararası üslubun dışında yeni bir mimari anlayış arama çabaları yoğunlaşmıştır. 1970 sonrasında, gelişmiş batı ülkelerinde başlayan Post-Modernist / Modern Sonrası Akım, ülkemizde de ürün vermeye başlamıştır. Post modernizm gibi genel bir adın mevcudiyetine rağmen, yaygın ve ortak bir Post-Modernist tutumun varlığından söz edilemez. [7]

Yaygın olan, sadece modern akımın tarihten bağımsız, yalnız güncel koşulları dikkate alan tasarlama yaklaşımına karşıt durmasıdır. Dolayısıyla, Post-Modernistler doğrudan tarihsel üslupları yeniden uygulamaya gitmekten antropomorfik tasarımlara kadar uzanan geniş bir yelpazede çalışmaktadırlar. Gerekçeler ise, tarihsel çevreye uyumdan, alışılmış mimarlık biçimlerinin bağlayıcılığına kadar değişebilmektedir. Türkiye’de henüz Post-Modernizm’in böyle geniş bir uygulama alanı bulduğu söylenemese de, benzer girişimler olmuştur.


1970’ler sonrası Türk mimarlığında, endüstri binalarında gelişmiş yapı teknolojilerinin etkili ve geniş kullanımı görülmektedir. Bunun en iyi örneği olan Doğan Tekeli-Sami Sisa grubunun Lassa Fabrikası (1975-1977) binasıdır. Burada bir endüstri yapısının işlevinin gerektirdiği boyuta bağlı olan bir anıtsallıktan, sanayi sembolizminin bir görüntüsü olduğundan söz edilebilir. Diğer yandan biçimlenişine ve detaylarına bakıldığında batıdaki güncel akımlara ve kimi metabolist biçimlerle belirli ilişkiler kurulabilir. Kronolojik sırayla dönemin diğer çalışmaları şunlardır: Aydın Boysan’ın Arçelik ve İpek kağıt fabrikaları, Metin Hepgüler’in Fiat-Tofaş Fabrika binası, Tekeli-Sisa’nın Renault Fabrika Binası, Hayati Tabanlıoğlu’nun Yeşilköy Havalimanı Terminal Binası’dır.[8]

Türkiye’de çarpık kentleşme

20.yy’ın yarısından sonra Türkiye’de her ne kadar Modern Mimarlık uygulamaları inşa edildiyse de kente göçün artması sonucu ortaya çıkan konut ihtiyacı ve buna karşılık devletin yeni konut uygulamaları için sermayeye sahip olmaması, kaçak yapılaşmaya karşı denetimlerin yetersiz olması nedeniyle büyük şehirler plansızca büyüyerek tahribata uğradı. Bu duruma paralel olarak gecekondulaşma hızla arttı. Bu süreç 1960’lı yıllarda devam etti ve gecekondulaşmanın kentlerin kimliğine hakim olması 1970’li yıllara tekabül etti.[9] Bu şekilde Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’deki kentlerin mimari kimliğini oluşturan az katlı evler, çok katlı apartmanlar; yerini kaliteye ve estetik kaygıya önem vermeyen birbirinin aynı ve kentin kültüründen tamamen bağımsız yapılara bıraktı. Bu süreç başta İstanbul olmak üzere ülkenin tarihi kent dokularında kalıcı tahribat yarattı.[10]

1950’lerde ortaya çıkan ve 1960’lı yıllarda yeni yapılan yapılara hakim olan, müteahhitler tarafından herhangi bir estetik kaygı duymadan inşa edilmiş, birbirinin kopyası apartman dairelerinden oluşan konut piyasası 1970’lerde daha yaygın hale geldi. Bu yayılım bazıları tarafından "Müteahhit Modernizmi" olarak adlandırıldı. En yüksek karı elde etmek için mevcut alanı maksimum seviyede kullanmak ve estetik kaygıları tamamen bir kenara bırakmak oldukça yaygın ve kabul edilir bir pratiğe dönüştü.

Finansal desteği devlet tarafından sağlanan kamu binaları da Cumhuriyet’in ilk dönemlerinin aksine, monoton ve mimari üsluba sahip olmayan anlayış ile şehir dokularına son derece tahribat verici bir şekilde inşa edilmeye başladılar. Devlet binalarındaki ilk yıllardaki modern ve farklı anlayışlarla inşa edilen yapılar 1960’lı ve 1970’li yıllardan itibaren kendilerini dönemin monoton, vasat ve mimari gelişimden tamamen kopmuş yapılara bıraktı. Modüler ve tek pencere boyutu, geçirgen olmayan zemin tasarımları, yekpare monoton cepheler gibi mimari kimliği olmayan kamu yapıları, son derece sıradan ve niteliksiz uygulamalar haline geldiler Teorik olarak herkese açık ve erişebilir olması beklenen kamu binalarının modern mimari dili zamanla iyice kayboldu.[11]

Türkiye’nin bugüne kadar aldığı tahribatlarının bugün böylesi onarılamaz derecede olmasına sebep olan bu affedilemez davranış biçimi, zamanında önlenebilseydi bugün Türk mimari anlayışında böylesi ciddi bir kimlik kaybı yaşanmıyor olurdu. Peki bu vahim sondan Post-Modernist tutum sorumlu tutulabilir mi?

Post-Modernizmin Modern dönemdeki kent planlama anlayışına karşı çıkışındaki temel bağlam, Modern Mimari anlayışının çoğulculuğu ret etmesi, kentleri tek tipleştirmesi, kent üzerinde hakimiyet kurma düşüncesinde yatar. Peki Modernizmin bu muhafazakar tutumu tamamı ile yanlış mıdır? 1980’li yıllar sonrasında çığ gibi büyüyerek kentlere hakim olan çarpık kentleşme ve bu bağlamda üretilen tek-tip müteahhit binaları, Modernizm kadar kuralcı, birbirinin aynı fakat modernizmin sahip olduğu yalın bir o kadar da bilinçli estetikten yoksun binalardır. Günümüz mimarisini de etkileyen bir anlayış olan Post-Modernite, ülkede etkileri görülmeye başlandığından beri kentsel tasarım alanında mekanı kendi kuramsal verileri doğrultusunda zorunlu olarak parçalara ayıran, bunları farklı mimari üslupların eklektik kullanımıyla bütünleştirerek bir kolaj haline getiren bir tasarım süreci başlamıştır. Bu tasarım süreci ve eklektisizmin bir sonu yoktur. Öyleyse bir noktada kentlerin kimlik sahibi olabilmesi için Modern Mimari ilke ve tutumlarına sadık olunması faydalıdır denilebilir. Bu çerçeve ile incelenecek olursa Türkiye gibi ciddi tahribatlara maruz kalmış kentlere şekil vermek, makro boyutta radikal bir kuralcılık ve Rasyonalizm ilkelerine sadık kalarak gerçekleştirilebilir.








[1] YÜCEL, A. “Çoğulculuk İş Başında: Türkiye’nin Bugünkü Mimarlık Manzarası”, R. Holod, A.

Evin, S., Özkan (ed.) Modern Türk Mimarlığı 1900-1980, TMMOB Mimarlar Odası, Ankara

2007, s.125-156

TEKELİ, İ. “Türkiye’de Mimarlığın Gelişiminin Toplumsal Bağlamı”, R. Holod, A. Evin, S., Özkan (ed.) Modern Türk Mimarlığı 1900-1980, TMMOB Mimarlar Odası, Ankara 2007, s. 15-36

SEY, Y. “Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Mimarlık ve Yapı Üretimi”, 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, TC İş Bankası ve Tarih Vakfı Ortak Yayınları, İstanbul 1998, s. 25-39,

[2] "Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarlığı, 1970'lerden Günümüze". Arkitera.com.23 Aralık 2014

[3] ŞEN, D., SARI, R., SAĞSÖZ, A., AL, S. “1960-80 Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarlığı”, Ankara 2014

[4] SÖZEN, M. “Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarlığı”, Türkiye İş Bankası Kültür Yay. Ankara 1984, s.280

BATUR, A. “A Concise History: Architecture in Turkey During the 20th Century”, Chamber of Architects of Turkey, İstanbul 2005 , s.69

[5] SÖZEN, M. “Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarlığı”, Türkiye İş Bankası Kültür Yay. Ankara 1984, s.278

KORTAN, E. “Türkiye Cumhuriyeti Mimarlığının 75 Yılı”, 75 Yılda Türkiye’de Planlama/Kentleşme-Koruma Politikaları ve Mimarlık, Panel/Forum, 4-5 Aralık 1999, Mimarlar Odası, Ankara 2000, s. 107

BATUR, A. “A Concise History: Architecture in Turkey During the 20th Century”, Chamber of Architects of Turkey, İstanbul 2005, s.70,71

YÜCEL, A. “Çoğulculuk İş Başında: Türkiye’nin Bugünkü Mimarlık Manzarası”, R. Holod, A. Evin, S., Özkan (ed.) Modern Türk Mimarlığı 1900-1980, TMMOB Mimarlar Odası, Ankara 2007, s.138,140

[6] SÖZEN, M. “Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarlığı”, Türkiye İş Bankası Kültür Yay. Ankara 1984, s.280-282

BATUR, A. “A Concise History: Architecture in Turkey During the 20th Century”, Chamber of Architects of Turkey, İstanbul 2005 , s.72, 74

KORTAN, E. “Türkiye Cumhuriyeti Mimarlığının 75 Yılı”, 75 Yılda Türkiye’de Planlama/Kentleşme-Koruma Politikaları ve Mimarlık, Panel/Forum, 4-5 Aralık 1999, Mimarlar Odası, Ankara 2000, s. 107

YÜCEL, A. “Çoğulculuk İş Başında: Türkiye’nin Bugünkü Mimarlık Manzarası”, R. Holod, A. Evin, S., Özkan (ed.) Modern Türk Mimarlığı 1900-1980, TMMOB Mimarlar Odası, Ankara 2007, s.130, 142, 151

[7] SÖZEN, M. “Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarlığı”, Türkiye İş Bankası Kültür Yay. Ankara 1984, s.281

BATUR, A. “A Concise History: Architecture in Turkey During the 20th Century”, Chamber of Architects of Turkey, İstanbul 2005 , s.74

KORTAN, E. “Türkiye Cumhuriyeti Mimarlığının 75 Yılı”, 75 Yılda Türkiye’de Planlama/Kentleşme-Koruma Politikaları ve Mimarlık, Panel/Forum, 4-5 Aralık 1999, Mimarlar Odası, Ankara 2000, s. 108

YÜCEL, A. “Çoğulculuk İş Başında: Türkiye’nin Bugünkü Mimarlık Manzarası”, R. Holod, A. Evin, S., Özkan (ed.) Modern Türk Mimarlığı 1900-1980, TMMOB Mimarlar Odası, Ankara 2007, s.151

[8] SÖZEN, M. “Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarlığı”, Türkiye İş Bankası Kültür Yay. Ankara 1984, s.280-282

[9] "Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarlığı, 1970'lerden Günümüze". Arkitera.com. 23 Aralık 2014

[10] ÖZCAN, Ü., İmar Mevzuatının ve Kentsel Toprak Mülkiyetinin İrdelenmesi, Haziran 2000, Ankara

[11] "Mimarlık ve Kimlik Temrinleri- II: Türkiye’de Modern Yapı Kültürünün Bir Profili, Doç. Dr. Aydan Balamir, ODTÜ Mimarlık Bölümü". Mimarlık Dergisi, Mimarlar Odası Genel Merkezi. 16 Kasım 2010.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

"Tenin Gözleri"

“Tenin Gözleri: Mimarlık ve Duyular” Juhani Pallasmaa, Mart 2011, (çev.) Aziz Ufuk Kılıç, YEM Yayın, İstanbul, 90 sayfa Kitap İ...